Eski Türkçede Ulu Ne Demek? Toplumsal Cinsiyet, Çeşitlilik ve Sosyal Adalet Açısından Bir İnceleme
Eski Türkçede “ulu” kelimesi, güçlü, büyük, yüce anlamlarında kullanılıyordu. Bu kelime, bir otoriteyi, halkın saygı gösterdiği bir figürü ya da doğanın büyük gücünü tanımlamak için kullanılabilirdi. Ancak zamanla bu kelimenin anlamı, sadece fiziksel büyüklükle değil, aynı zamanda toplumsal, kültürel ve hatta cinsiyetle bağlantılı bir kavram haline de dönüşmüş. Bugün “ulu” kelimesini düşündüğümüzde, toplumsal cinsiyet, çeşitlilik ve sosyal adalet gibi modern kavramlarla nasıl örtüştüğünü veya karşıt düştüğünü de sorgulamak gerekiyor.
Ulu’nun Toplumsal Cinsiyetle Bağlantısı
Toplumsal cinsiyetin, tarih boyunca sürekli evrilen bir kavram olduğunu hepimiz biliyoruz. Eski Türkçede “ulu” denildiğinde akla gelen figürler genellikle erkek ve toplumsal statüsü yüksek kişilerdi. Bu, o dönemin erkek egemen yapısının bir yansımasıydı. Bir erkek, toplumda güçlü, saygıdeğer ve ulu sayılabilecek bir kişi olabilirdi. Ancak bu algı, kadınların veya diğer cinsiyet kimliklerinin toplumdaki yerini yok sayıyordu.
İstanbul’un sokaklarında yürürken, bazen ne kadar hızlı bir şekilde eski kalıpların hala sosyal yaşamda şekil aldığını gözlemliyorum. Toplu taşımada, işe giderken veya sokakta, kimi zaman güçlü bir figürle karşılaşıyorum: o kişi genellikle erkek, bazen iş elbiseleriyle, bazen bir takım elbise ile “ulu” olmanın modern halini somutlaştırmış. Toplumda bu “güçlü figür” kimliği, cinsiyetle de kesişiyor. Bazen, yaşadığımız kentteki işyerlerinde, toplumun erkeksi normlarına dayalı olan bu “ulu” figürlerin kadınları daha az takdir ettiğini veya toplumsal cinsiyet ayrımcılığına dayalı bir dil kullandığını gözlemliyorum. Bu da Eski Türkçedeki “ulu” anlayışının, modern hayata nasıl etki ettiğini bir yansıması.
Bir kadının ulu sayılması, tarihsel bağlamda nadiren karşımıza çıkar. Genellikle, güçlü ve yüksek statüdeki kişiler erkeklerdi. Bugün bile, bir kadının toplumsal alanda “ulu” sayılabilmesi, hala engellerle karşılaşıyor. Bu, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin derin izlerini taşıyor.
Çeşitliliğe Karşı Kapanmış Ulu Kavramı
Eski Türkçede “ulu”, sadece toplumsal cinsiyetle sınırlı değildi. Aynı zamanda etnik kimlik, kültürel arka plan gibi faktörlerle de ilgilidir. “Ulu” olmak, belirli bir sosyal grup veya etnik kimlikten olmakla ilişkilendirilmişti. Bu kelimenin anlamı, zamanla sadece saygı gösterilen bir figür olmanın ötesine geçerek, belirli bir topluluğun kendisini üstün görmek anlamına da gelmeye başlamıştı.
İstanbul’da yaşarken sokakta gördüğüm her türlü etnik çeşitlilik beni bu konuda düşündürüyor. Birçok farklı etnik kimlik, dil ve kültürle iç içe yaşıyoruz, ancak “ulu” kelimesi, hala bazı grupların kendilerini diğerlerinden daha yüksek bir konumda gördüğü anlamına gelebiliyor. Özellikle daha az temsil edilen grupların, “ulu” kavramından nasıl dışlandığını görmek, toplumdaki eşitsizlikleri daha görünür hale getiriyor. İşyerlerinde, okullarda veya sosyal hayatta bazı bireyler hâlâ bu tür ayrımcılıklara dayalı güç ilişkileri kuruyor.
“Ulu” olanın, sürekli bir biçimde “güçlü” ve “dominant” olmak zorunda olmadığına dair bir düşünceyi kucaklamak önemli. Çeşitli grupların sesini duyurabilmesi için sosyal yapılar, toplumdaki çeşitliliği kabul etmeli ve sadece tek bir “ulu” anlayışına dayalı bir norm yaratmamalıdır.
Sosyal Adaletin Işığında Ulu Kavramı
Sosyal adalet, insanların eşit haklar ve fırsatlar sunulduğunda mümkün olabilir. “Ulu” kavramının sosyal adaletle nasıl ilişkili olduğunu düşündüğümde, bu kavramın toplumsal eşitlik ve adaletin gerisinde kaldığını görüyorum. Bir toplumda yalnızca belirli bir grubun “ulu” sayılması, bu grubun gücünü pekiştiren ve adaletsizliğe yol açan bir durumdur.
Toplumsal yapının her katmanında bu eşitsizlikleri gözlemliyorum. İstanbul’un kalabalık sokaklarında, bazen bir grup insanın, sosyal ve ekonomik olarak daha düşük statüdeki birini dışlaması veya küçümsemesi, eski “ulu” kavramlarının bugüne nasıl taşındığını gösteriyor. Bir sokak müzisyenine veya temizlik işçisine “ulu” muamelesi yapılmaz, çünkü onlar bu sosyal yapının “güçlü” temsilcisi değildir. Bu tür tutumlar, sosyal adaletin ne kadar zor sağlandığını gösteriyor.
Sonuç: Ulu Kavramının Evrimi
Eski Türkçede “ulu”, belirli bir gücü ve saygınlığı simgeliyordu. Ancak bu kavramın, günümüz toplumunda toplumsal cinsiyet, çeşitlilik ve sosyal adalet perspektifinden nasıl şekillendiğini düşündüğümüzde, hala eski kalıplardan kurtulamadığımızı fark ediyorum. “Ulu” olmak, yalnızca güçlü olmak anlamına gelmemeli. Her birey, kimliği, cinsiyeti veya etnik kökeni ne olursa olsun, saygı görmeli ve hak ettiği değeri bulmalı.
Ulu kavramı üzerinden toplumsal cinsiyet ve çeşitlilik üzerine düşündüğümüzde, her bireyin ulu olabileceği bir toplum hayal etmek, bana göre daha gerçekçi ve adil bir gelecek sunuyor. Hadi gelin, hep birlikte farklılıkları kutlayarak, “ulu” olmanın anlamını yeniden yazalım.