Fıstık Çamı Kozalağı Kaç Para? Edebiyatın Sessiz Kahramanı Üzerine Bir Düşünce
Bir edebiyatçı için her nesne, bir kelimenin yankısı gibidir. Bir taş, bir yaprak, bir kozalak… Hepsi bir hikâyenin, bir duygunun taşıyıcısıdır. Fıstık çamı kozalağı da böyledir: doğada sessizce duran, ama içinde yüz yıllık bir sabrın, direncin ve dönüşümün hikâyesini saklayan bir varlık.
Bugün “Fıstık çamı kozalağı kaç para?” diye sorulduğunda, bu soru yalnızca ekonomik bir merak değildir — aynı zamanda modern dünyanın, doğayı metaya dönüştürme hikâyesinin bir yankısıdır.
Bu yazıda, edebiyatın dilinden, fıstık çamı kozalağının anlamını, simgesel değerini ve onun “fiyat” ile “değer” arasındaki dramatik çatışmasını inceleyeceğiz.
—
Bir Kozalağın Hikâyesi: Doğadan Metafora
Edebiyat, doğayı yalnızca gözlemlemez, onu dönüştürür.
Bir ormandaki çam kozalağı, bir romanda karakterin kalbidir; bir şiirde sabrın simgesi, bir öyküde çocukluğun kokusudur. Fıstık çamı kozalağı, içindeki fıstığı korumak için yıllarca kapanır, güneşin ve rüzgârın döngüsünü bekler. Bu yönüyle, sabrın ve içsel dönüşümün metaforudur.
Oğuz Atay’ın yalnız karakterlerini, Sait Faik’in Burgazada hikâyelerindeki doğayı, Yaşar Kemal’in Çukurova’sını düşünelim:
Hepsi doğayı insanın iç dünyasına tercüme eder. İşte o kozalağın içinde saklı tohum, aslında insanın içindeki potansiyelin, bekleyişin ve umudun ta kendisidir.
—
Fiyat mı, Değer mi? Modern Dünyanın İkilemi
Bugün sorulan basit bir soru:
“Fıstık çamı kozalağı kaç para?”
Cevap, piyasalarda kilogram başına 80 ile 120 TL arasında değişiyor olabilir. Ama edebiyatçı gözüyle bakıldığında, asıl soru şudur:
Bir kozalağın “bedeli” nasıl ölçülür?
Bir ağacın 20 yılda yetiştirdiği kozalak, yalnızca bir metreküp odun değildir; doğanın zamanı, emeği ve suskunluğu ile yoğrulmuş bir şiirdir.
Tıpkı bir şiirin anlamını sadece kelime sayısıyla ölçemeyeceğimiz gibi, bir kozalığın değerini de yalnızca piyasada biçilen fiyatla tanımlayamayız.
Edebiyatın bize öğrettiği şey, fiyatın geçici, değerin kalıcı olduğudur.
Bir kozalak satılır, ama onun gölgesinde büyüyen bir anı, bir hikâye, bir çocukluk hatırası satılamaz.
—
Kozalağın Edebiyattaki Sesi
Türk edebiyatında doğa, çoğu zaman toplumsal dönüşümlerin fonu olmuştur.
Ancak çam kozalağı gibi sessiz nesneler, bu dönüşümlerin mikro anlatılarıdır.
Nazım Hikmet’in “ormanlar yanmasın” diye haykırdığı dizelerdeki çam ağacıyla, Sabahattin Ali’nin “Kuyucaklı Yusuf”unun köy manzarasında duyduğumuz reçine kokusu aynı kökten gelir.
Fıstık çamı kozalağı, bu sessiz doğa mirasının parçasıdır: koruyan, bekleyen, sabreden bir figür.
Bir roman karakteri olsaydı, belki içe kapanık ama özünde güçlü bir kahraman olurdu.
Bir şiirde yer alsa, belki “sabır” sözcüğünün yanında dururdu.
Bir hikâyede görünse, o hikâyenin sonunu taşıyan küçük ama anlamlı bir ayrıntı olurdu.
—
Doğadan Kapitalizme: Kozalağın Dönüşen Anlamı
Bugün fıstık çamı kozalağı, yalnızca ormanda toplanan bir doğal ürün değil; aynı zamanda ekonomik bir değer zincirinin parçası.
Kilosu, boyutu, iç fıstık verimi gibi ölçülerle fiyatlandırılıyor.
Fakat bu ölçüler, kozalağın “hikâyesini” anlatmıyor — yalnızca “meta” tarafını.
Bu noktada edebiyat, bize yeniden “bakmayı” öğretir.
Bir romanın karakteri gibi, kozalağa da derinlik kazandırır.
Bir ormanda yere düşen kozalak, tüketim toplumunun elinde “ürün” olurken, edebiyatın elinde “metafor”a dönüşür.
Ve bu dönüşüm, insanın doğaya karşı aldığı tavrı gösterir: sahip olmak mı, anlamak mı?
—
Bir Kozalak Üzerine Düşünmek
Edebiyatın büyüsü, en sıradan nesneyi bile bir sembole dönüştürebilmesindedir.
Bir yazar için fıstık çamı kozalağı sadece doğadan bir parça değil; zamanı, emeği ve dönüşümü anlatan bir kelimedir.
Tıpkı bir karakterin sessizliği gibi, o da konuşmadan çok şey söyler.
“Kaç para?” diye sorduğumuzda, aslında kendi değer yargılarımızı da sorgularız.
Belki de fıstık çamı kozalağı, bize tükettiğimiz şeylerin ardındaki anlamı yeniden hatırlatır.
—
Sonuç: Edebiyatın Kozalakla Fısıldaşması
Fıstık çamı kozalağı kaç para?
Belki 100 TL, belki daha fazla.
Ama bir edebiyatçının gözünde onun değeri, ölçülemez.
Çünkü o, doğanın kendi şiirini yazdığı bir nesnedir — zamanı kokan, emeği taşıyan, sabrın şekil bulmuş hali.
Bir romanın unutulmaz satırları gibi, bir kozalak da doğanın hikâyesini saklar.
Eğer biraz eğilip dinlerseniz, onun içinden fısıltılar gelir:
“Ben sadece bir kozalak değilim, seni anlatıyorum.”
Ve belki de, edebiyatın tüm çabası budur — nesnelerin sessizliğinde insanın sesini duymak.